Türkiye’de ki 2018 yılı Kadın Hakları ihlalleri raporunu yayınlayan CHP İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu, kadınlara; siyasette de çok az sayıda yer verildiğine dikkat çekerek;
“Türkiye’de kadın cinayeti, kadına yönelik şiddet ve cinsel taciz her geçen yıl artarak devam etmektedir. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’de öldürülen kadın sayısı 66 iken 2018’de %392 artarak 440’ı bulmuş; 2019’un ocak ayında 43, Şubat ayında ise 31`e ulaşmıştır. AKP, iktidara geldiği günden 2019 Mart ayı itibariyle toplamda 15.034 kadının yaşam hakkının ihlal edildiği kayıtlara yansımıştır.” Vurgusunu yaptı
2018 verileri incelendiğinde kadınların daha çok güvenli alanlarında, tanıdıkları kişiler tarafından öldürüldüğü ve kamuya açık alanlarda tanımadıkları kişiler tarafından tacize uğradığı tespit edildiğine işaret eden CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu, raporunda şunları kaydetti;
“Öldürülen kadınların %31`i annedir ve 6 kız çocuğu da anneleriyle birlikte erkekler tarafından öldürülmüştür. Geçen yıllara oranla 2018’de nehir ve göl kıyılarında ölü bulunan kadın haberleri sayısı artmış, cinayetlerin yaş aralığı da düşmüştür.
Öldürülen kadınların cesedinin ya da suça dair cansız beden üzerinde eşleşen DNA örneğinin bulunmaması için cesetlerin failler tarafından yakıldığı ya da parçalara ayrıldığı da basına yansımıştır. 2019 Şubat ayında 7 kadının toprağa gömülü, parçalara ayrılmış ya da yakılmış halde bulunduğu basına yansımıştır.
2018’de:
* Şüpheli ölüm sayısı: 131
* Nedeni tespit edilemeyen ölüm sayısı: 134
* Boşanmak istediği için öldürülen kadın sayısı: 16
* Kendi hayatına dair karar almak istediği için öldürülen kadın sayısı: 105
* 15-25 yaş arasında öldürülen kadın sayısı: 59
2019 Ocak Ayında:
* Öldürülen kadın sayısı: 43
* Şüpheli ölüm sayısı: 10
* Nedeni tespit edilemeyen ölüm sayısı: 18
* Kendi hayatına dair karar almak istediği için öldürülen kadın sayısı: 13
2019 Şubat Ayında:
* Öldürülen kadın sayısı:31
* Şüpheli ölüm sayısı:8
* Nedeni tespit edilemeyen ölüm sayısı: 13
* Kendi hayatına dair karar almak istediği için öldürülen kadın sayısı: 8
SEBEP OLAN FAKTÖRLER
Türkiye’de kadınların yaşam haklarına karşı yapılan saldırıların başlıca sebepleri faillere caydırıcı nitelikte cezalar verilmemesi, cezalarda uygulanan haksız tahrik ve iyi hal indirimleri, iktidarın eril söylemleri ve cinsiyetçi uygulamalarıdır. Eşitliksiz yaşam biçimini ortaya çıkaran sorunların çözümlerine yönelik sürdürülen politikaların ise erkekleri korumaya daha yatkın olduğu ve kadınların devlet koruması altındayken de erkekler tarafından öldürüldükleri görülmektedir.
AKP iktidarında İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı 2010 senesi ve kadınların eşitliksiz yaşam koşullarına karşı bir araya gelip seslerinin çıkmasıyla bazı uygulamaların kaldırıldığı 2017 son çeyrek dönemleri olmak üzere kadına yönelik şiddetin diğer dönemlere oranla azaldığı tespit edilmiştir. Devletin attığı somut adımlar örneklerden de görüldüğü üzere kadınların yaşam haklarına saldırıları azaltmaktadır.
İktidarın ve mensuplarının kadınlara yönelik kullandığı ötekileştirici ve cinsiyetçi dil de kadına yönelik şiddete alt yapı oluşturmakta; iletişim araçları ve bazı tv programlarında kullanılan sorumsuz söylemler ise bu ağır bilançoyu olağan göstermeye çalışmaktadır. Devlet kurumları, denetim mekanizmaları ve iktidar; sorunların çözümüne yönelik üzerlerine düşen görevlerde gerekli politikaları yürütmemekte ve somut adımlar atmamaktadır.
2015 yılında tecavüze direndiği için vahşice katledilen Özgecan Aslan’ın ardından kamuoyunda “Özgecan Aslan Yasası” olarak bilinen, kadın cinayetlerinde haksız tahrik ve iyi hal indirimlerinin kaldırılmasını öngören düzenleme ise 2018 yılında da meclisten geçememiştir.
Basına yansıyan şüpheli ölümler arasında Ankara’da bir plazanın 20. Katından atlayarak intihar ettiği öne sürülen üniversite öğrencisi Şule Çet davasında ise; pencere pervazlarında parmak izi bulunmaması pencereden atıldığının en önemli kanıtlarından olmasına rağmen şüpheliler aylarca serbest gezdikten sonra oluşturulan kamuoyu baskısıyla tutuklanmıştır. Ortaya çıkan olay gününe ait güvenlik kamerası görüntüleri, Şule’nin ve sanıkların telefonundan atılan mesajlar incelendiğinde olayın intihar olmadığı yine anlaşılmaktadır. Görülen ilk duruşmada sanık avukatları Şule’yi iffetsizlikle suçlamıştır.
SİYASETTE KADIN TEMSİLİ
İş gücü ve siyasete katılımda 144 ülke arasında yapılan araştırmada ise Türkiye 131. sırada yer alabilmiştir.
Kadınların her alanda geri planda bırakılmaya çalışılması, çalışma hayatı ve siyasi temsilde de karşımıza çıkmaktadır. 24 Haziran seçimlerinde kadınlar, erkek egemen siyasette kendilerine yer bulamamış meclise yalnızca 78 kadın vekil girebilmiş, erkek egemen meclisin seçim sonrası ilk işi ise Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nı birleştirerek kadın bakanlığını ortadan kaldırmak, kadınların nafaka hakkına yönelik erkeklerin de mağdur olduğunu gündeme getirmeye çalışan çarpıtıcı söylemlerde bulunmak olmuştur.
Liderliğe ve siyasi aktörlüğe tarih boyunca erkeksi bir kimlik verildiği için kadınlar bu algıyı yıkamamış, hemen hemen bütün toplumlarda kadına aile içi eş ve anne olması görevi belirlenmiş olmasından kaynaklı, yoğun tempo gerektiren siyasi faaliyetlerde kendilerine yer bulamamışlardır.
Başta İskandinav ülkeleri olmak üzere birçok ülkede kadınları siyasete katmak için getirilen zorunlu kota uygulaması ise yine ülkemizde partilerin gönüllü uygulaması olarak kullanılmaktan öteye geçememektedir. Kadınların siyasete katılımına en uygun yöntem olan nispi temsil seçim sistemi ise ülkemizde barajlı olarak kullanıldığı için siyasi katılımda yine engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna istinaden, önümüzdeki 31 Mart yerel seçimleri için partilerin çıkardıkları 2504 adaydan sadece 385’i kadındır.
Nüfusun %49.8’ini oluşturan kadınların karar alma süreçlerinde bulunamıyor oluşu bir sorun olarak görülmedikçe, parlamento içerisindeki temsil eşitsizliği ülkemizde uzun yıllar devam edecektir.
ÇALIŞMA HAYATINDA KADIN TEMSİLİ
Çalışma hayatına gelindiğinde ise kadınlar tarih boyunca toplumsal üretimin dışında tutulmuş ve toplumsal cinsiyet, kadınlara doğurganlık ve ev içi çalışma görevlerini tanımlamıştır. Tarihsel süreçte ucuz ve vasıfsız işgücü olarak görülen kadınlar, zamanla ekonomik nedenlerle ücret karşılığı çalışmaya başlamış, ekonomik özgürlükten kazandığı kimlikle de iş dünyasında kendilerine yer edinmeye başlamışlardır.
Bu durum yine ev içi emeğin kadına yüklenmesinden dolayı kadın istihdamını hizmet sektörüne, parça başı üretime, yarı zamanlı çalışmaya ve tarım işçiliği alanlarına yoğunlaşmıştır. Kent ve kırsal alanda farklılık göstermekle birlikte 15-64 yaş arası iş gücüne katılım ülke genelinde erkeklerde %73.4 iken kadınlarda %34.6’dur. Cinsiyet ayrımcılığının eğitime yansımasının bir sonucu olarak günümüzde üst düzey yöneticilik konumları kadınların en düşük oranla çalıştıkları meslek olarak kalmıştır.
Son yıllardaki kadın iş cinayetlerinde, kadın işçilerin işyerinde ya da iş yolunda bir erkeğin şiddeti sonucu ölümlerindeki artış dikkat çekmektedir. 2018 yılında yaşanan kadın iş cinayetlerinden 7’sinin nedeni kadınların işyerinde bulunan ya da işyerine dışarıdan gelen bir erkek tarafından katledilmesi ya da cinsel ve fiziki şiddet görmesi olarak kayıtlara geçmiştir.
Ölen kadın işçilerin çoğu sendikasız, en az yüzde 75’i ise kayıt dışı çalıştırılmaktadır. Kayıt dışı ölümlere ulaşmanın güçlüğü göz önüne alındığında hem kadın işçi ölümlerinin sayısının hem de ölümlerdeki kayıt dışı oranının çok daha yüksek olacağı da öngörüler arasındadır.
Ücretsiz aile işçiliği, ev eksenli üretim, gündelikçilik, bakıcılık gibi kadın istihdamının yoğun olduğu alanlar da kadınların sigortasız çalıştıkları iş kollarındandır. Devletin, kadınlar açısından en çok iş kazası yaşanan sektörleri, verilerin dışında tutması ise kadın emekçilerin emeklerinin “görünmez”liğini bilinçli bir politika olduğunu gözler önüne sermektedir.
Kadın işçilerin iş kazası geçirme sayıları her yıl daha da artmakta ve buna yönelik hiçbir önlem alınmamaktadır. Kadın işçilere meslek hastalığı tanısı koyma süreci de başlı başına bir ayrımcılık içermekte, kadınlar yaşadıkları sağlık sorunlarının iş dışındaki sebeplerden ötürü de yaşanmış olma ihtimali öne sürülerek çoğunlukla meslek hastalığı tanısı konulmamasıyla yüz yüze kalmaktadır. Oysaki kadın istihdamının yoğunlaştığı özellikle hizmet ve tarım sektöründeki işler emek yoğun ve kadının ev işleriyle paralel işlerdir. Bu gibi işlerin mesaisinin hem evde hem de işte tekrar ediyor oluşu kadın işçilerin sağlığının bozulması için çifte risk oluşturmaktadır.
KADIN SIĞINMA EVLERİ
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı kaynaklarına göre; şiddete maruz kalan ve hayatta kalmayı başaran binlerce kadının başvurduğu, “kadın sığınma evlerinin” kapasitesinin 2013’ten bu yana sadece 256 kişilik arttırıldığı belirtilmiştir. Belediye kanunundaki yetkiyle sadece belediyelere bağlı 237 kadın sığınma evi olması gerekirken 32, Türkiye genelinde ise 3.454 kişi kapasiteli toplamda 144 kadın sığınma evi olduğu bilgisi bakanlık tarafından aktarılmıştır.
Sığınma evlerinde kalan ya da başvuran kadınlarla yapılan görüşmelerde, sığınma evlerinde yargılayıcı yaklaşımlarla karşılaştıklarını ve sığınma evlerine yerleşmeyi bekledikleri ilk adım merkezlerindeki süre içerisinde kaldıkları yerlerdeki kaotik koşullar ve kalabalığın, ikinci bir travma yaşattığı ve evlerini terk etme konusunda bir yıldırmanın söz konusu olduğunu bildirmişlerdi
Yasal mevzuatta sığınma evlerinden “konuk evi” olarak bahsedilmesi de uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu, kadınların geri dönmek üzere misafir edildiği anlamını çağrıştırması sebebiyle de ayrı bir tartışma konusu olmaya devam etmektedir.”
Bu Haber 636069 Defa Okunmuştur