OZAN ARİF yazdı
“ GİZLİ GİZLİ SEVİŞEN,
AŞİKÂRE DOĞURUR!..”
Şu Amerika'daki meşhur dava haberlerinden illallah dedim artık.
Davanın adını bile şaşırdık nerdeyse…
Ne biçim adaletse sanık olanlar tanık oluyor, tanık olanlar sanık oluyor…
“Reza Zerrab davası” diye başlayan dava şimdi oldu
“Mehmet Hakan Atilla davası”
Son günlerde bir de komiser yardımcısı çıktı…
“Hüseyin korkmaz” mıymış, neymiş…
Ha sahi, aynı mahkeme tarafından tutuklanma kararı çıkartılan bir de bakan adı geçiyor, eğer o da orda olsaydı yani yakalanmış olsaydı belki de mahkemenin adı yine değişebilirdi!
Artık “saat davası” mı olurdu, “peçete davası” mı olurdu yoksa
“Çağlayan davası” mı olurdu onu pek kestiremiyorum!..
Ama şuna kesin inanıyorum;
Bu dava bence "gizli gizli sevişip ama aşikare doğurmaya mecbur kalanların davası" haline geldi!..
……
Gerçi bana ne?..
Ne davası olursa olsun…
Beni, benim vatanıma verdikleri zarar ilgilendiriyor, yedikleri sabi- sübyanlarımızın hakları ilgilendiriyor…
Ama bakıyorum da beni ilgilendiren yanı ile pek ilgilenen yok!
Herkes Amerika’da ki davadan kendi çıkarına göre bir sonuç bekliyor!
Kimi istiyor ki (hayırsever iş adamı!) Reza temize çıksın…
Kimi istiyor ki sahtekâr Reza mahkum olsun…
Kimi İstiyor ki M.Hakan Atilla kurtulsun…
Kimi istiyor ki hayır hayır o da mahkum olsun…
Hülasa uzatmaya gerek yok herkes politik yarar sağlamak için kendine göre bir beklentiye girmiş durumda…
Sadece politik yarar mı?
Evet, şu an için öyle…
Çünkü maddi yararı yani ( yedi değil, yetmiş sülalesine yetecek) malı götüren götürmüş zaten!..
Şimdi kala, kala geriye politik yarar kalmış, onu kimler götürecek bakalım!..
Maddi yarar deyince boyutlarını benim de tekrarlamama gerek yok herhalde!..
Tekrarla deseniz bile matematiğim o rakamları hesaplamaya kâfi gelmez sanırım!
Zaten bu davanın ortaya çıkardığı en acı gerçek de bu!
Hiç kimse kıvırmasın memleketi yemişler... Yemişler!..
Hem de çatır çatır yemişler!..
Kim yemiş?
Kim olacak, daha 30 yaşlarında bir acem piçi yemiş…
Bu piçi vasıta yaparak elinden tutanlar yemiş…
Bununla evlenip altına yatanlar yemiş…
Sadece altına yatanlar mı?
Olur mu canım? Bu milletin reyini alarak gelip bu piçin önüne yatanlar da yemiş…
Bakanlar da yemiş…
Oğlanlar da yemiş…
Müdürler de yemiş…
Velhasıl yemişler de yemişler…
Üstelik bunlar görünenler!..
Peki ya görünmeyenlere ne demeli?
Haaa… Bu arada biz de yemişiz tabi biz de!..
Şimdi “biz neyi yemişiz Ozan Arif?” diyorsunuz değil mi?
Neyi olacak “ Hayırsever iş adamı” yalanlarını yemişiz…
“ İmam hatip okulu yaptırma” palavralarını yemişiz…
“ Ak bakanlarımız” demişler yemişiz…
“Pak müdürlerimiz” demişler yemişiz…
Hem de cacık gibi yemişiz cacık…
İşin garibi hala yedirmeye uğraşıyorlar ve bizde hala gönüllü yemeye uğraşıyoruz!..
Şimdi desem ki suçlu kim?
Hatta bana sorsanız deseniz ki;
Yani “sadece suçlu bu ima ettiklerin mi ey Arif?..” deseniz inanın cevap veremem.
Çünkü hani derler ya;
“ suçu gelin etmişlerde gerdeğe giren olmamış” diye hah işte tam öyle...
Ancak bu gerdeğe girilmiş!...
Hem de sadece damat değil sağdıç-mağdıç herkes girmiş…
Bu fışkıyı yiyen öyle bir-beş değil çok, çok...
Artık mahkeme sonunda doğacak piçe bakacağız, kaşına, gözüne her şeyine bakacağız...
İşte o zaman kime benzediğinden hareketle çıkarırız herhalde diye ümit ediyorum!..
Biz bu doğumu Türkiye’de yaptırsa idik işimiz daha kolay olurdu, o zaman kesin anlardık!..
Ama birileri illa Amerika’da olmasını istedi herhalde!
Eee… Ne de olsa Amerika da doğan, onların kanunlarına göre piç bile olsa Amerikan vatandaşı oluyor!
Dolayısı ile kime benzerse benzesin, kendine benzeyen yarın çıkar itiraz edebilir;
“ Yahu ne alakası var bu Amerikan Piçi ” der…
Ve yiyenler Müslümanlık marmelatıyla servis edilecek olan bu yalanı da hazmede hazmede yer…
Kim bilir belki biz bile yeriz biz…
Harun Reşit yok ki işi çözsün!
…….
Efendim yazı uzadı ama şunu anlatmadan geçmeyeyim!
En tanımış Abbasi Halifelerinden Harun Reşit zamanı,
Bağdat kadısının yanına bir Yahudi gelmiş kendi arsasına haksız yere başkasının inşaat yaptığını anlatmak istemiş.
Kadı Yahudiyi dinlemiş dinlemiş ve Yahudiye demiş ki;
- “Amma da çok uzattın be adam, ne dediğin anlaşılmıyor ki…
Bu kadar çok lafı benim kafam almaz, şimdi git bunların hepsini bir sepete doldur ondan sonra benim yanıma gel!”
Yahudi şaşkınlık içinde bu durumu ona-buna anlatarak;
“ Bu ne demek kuzum?
Laf sepete konur mu be?”
Diye konuşmaya, serzenişte bulunmaya başlamış…
Kime sorduysa herkes kendine göre bir yorum getirmiş.
Kimi demiş “Kadının kafasını sepet gibi şişirmişsin…”
Kimi demiş “İpe sapa gelmecek laf etmişsin…”
Kimi demiş “ Seninle alay etmiş…”
Artık yorumlar uzayıp gitmiş…
Bunun üzerine Yahudi son çare olarak halife Harun Reşit’e gider ve durumu olduğu gibi anlatır…
Halife biraz düşünür… Düşünür…
Ve düşündükten sonra derki;
- “Bana şikayet ettiğini sakın söyleme, şimdi git şöyle büyük bir sepet al, içini güzelce kaliteli hurmalar ile doldur ve kadı efendiyle tekrar konuşmaya git” der.
Yahudi halifenin dediğini aynen yerine getirir ve kadıya gider…
Bu sefer kadı Yahudi’yi ta kapıda çok itibarlı şekilde karşılar ve işini de anında halleder…
Bu durumu öğrenen Harun Reşit der ki;
“Beni asıl şaşırtan ve üzen kötüler değil, beni esas üzen ağzından çıkan doğru ama gittiği yol eğri olanlardır.
Bunlar rüşveti ve her türlü haramı da laf oyununa getirip, adaleti ve devleti bile kendi süfli hırslarına alet ederler demiş…”
Demekle de kalmayıp Kadının Yemen’e sürülmesini emretmiş.
Şimdi ben “hem uyuz, hem de yavuz” geçinenlere bakınca,
Harun Reşit’leri düşünüyordum!
Düşünüyor ve kendi kendime soruyorum.
Acaba bizde suçluları peyda eden kanunlar mı çok?
Yoksa suçluları cezalandıran kanunlar mı yok?
Ya da Harun Reşitler mi kalmadı artık?
Eğer kalmadı diyorsanız;
Ama o zaman neden bize birileri Harun Reşit’lik veya örtülü halifelik taslıyor ki?
Yoksa herkes onları, onlar da bizi mi kandırıyor?
Ha ne dersiniz?
Bu Haber 806851 Defa Okunmuştur