Av. YUSUF VERİKEL yazdı
10 YIL ÖNCE BUGÜN ...
ERGENEKON DAVASINDA....
Darbenin Başbakanı İftirası ile içerde yatıp....
Sonra....
KANSER SEBEBİ İLE
Ceza evinden tahliye olup hastaneye yatmışım....
ÖYLE YA...
Zulüm işkence zehir...
Nasıl olsa ölür dediler....
Biz burada bir hale getirdik....
Ötesi hastanede ölsün....
Plan tutmadı....
Allah bize ömür verdi yaşıyoruz....
Ve...
İnancımızın Hedeflerini ihya edinceye kadar da yaşayacağız.....
Ötesi...
Takdir onun....
O BİZE HAYAT VERDİ...
Bu bağlamda abim de iki yıl önce bir yazı yazmıştı....
....
Bir insanın abisi, ablası aynı zamanda dostu olursa.....
Ne güzel....
Okuyalım...
....
1 Nisan 2011 tarihinden 8 yıl geçti.
O gün Kardeşim Yusuf Silivri’den Ergenekon davasından tahliye olmuştu.
O gün FETÖ’nün kurbanı olmuştu.
CUMHURİYET YAZARI....
Aynı şekilde içerde yatan Sayın Mustafa Balbay’ın yazdığı yazıya rastladım....
Ve...
O ailemize,
Yusuf’a yapılan zulüm günleri gözümün önüne geldi..
Bende O gün o salondaydım..
Sayın Balbay’ın Yazısı;
KANSER ve ÖZGÜRLÜK !
Geçen cuma günü yapılan ikinci Ergenekon davasının 3. Duruşmasında bir ilk yaşandı. Bütün sanıklar ve avukatlar aynı istemi dile getirdi.
“Kanser teşhisi konan tutuklu avukat Yusuf Erikel’i serbest bırakınız.”
Duruşmaların cuma gündeminde sadece talepler alınıyor. Önce sanıklar, sonra avukatlar davaya ilişkin görüşlerini anlatıyor, tahliye istiyor.
Nasıl örgütse bugüne dek tüm sanıkların aynı görüşü paylaştığı bir duruşma olmadı. Buna tahliye istemi dahil.
Zira kimi sanıklar konuşmasını şöyle noktalıyor:
“Heyetinizden tahliye talebim yoktur.”
İçinde her şeyi barındıran dört kelime.
Yusuf Erikel, yanlış saymadıysam Ergenekon davalarına dahil edilen 14. avukat. 2010 yılının nisan ayına dek 15’e yakın Ergenekon sanığının avukatıydı.
Ben de kendisini ilk kez Beşiktaş Adliyesi’ndeki uzun gözaltılar da tanıdım.
Değişik bir savunma yapma yöntemi vardı.
Kuran’la başlıyor hadisle noktalıyor, Hz. Yusuf’tan giriyor, Hz. Süleyman’dan çıkıyordu.
Bir yıl önce savunma sıralarından sanık sıralarına aldılar onu. 4 No’lu Cezaevi’nde bizim koğuşun hemen yanındaki koğuşa getirdiler.
Avukata gidiş-gelişlerde, haftalık telefonlarda, kapalı görüş camlarında karşılaşırdık.
Daha tutukluluğunun ilk aylarında kulağının birinin kalınca pamukla kapatıldığını gördüm.
“Hayrola dedim”.
“Valla 2. kez ameliyat olacağım. Bakalım ne diyecekler” karşılığını verdi.
Bir süre hastanede kaldı.
Hastane dönüşünün ardından, burnunda sorun çıktı.
Konuşurken belli oluyordu. “Geceleri uyuyamıyorum, nefes almakta zorlanıyorum. Tekrar doktora gideceğim” dedi.
Daha sonraki karşılaşmamızda yine sağlık sorunu vardı. Başının duruşu ilk bakışta hissedilecek ölçüde değişmişti.
Buna karşın yaşama bağlılığı yerindeydi. Yüzü gülüyordu. O bir-iki dakikalık kısıtlı karşılaşmada sağlık sorunlarının arasına mutlak bir Davut, bir Musa peygamber sıkıştırıyordu.
Martın son haftasında kesin teşhis konmuş:
Kanser…
Beyinde, enseye kadar yayılmış.
Bunları mahkeme heyetine söylediği için açıkça yazıyorum.
Erikel’in anlatımına göre teşhisi koyan doktorun ilk tepkisi şu olmuş:
“Hay Allah, bu noktaya gelinceye kadar nasıl da fark edilemedi…”
Hapisteyseniz zor. Çünkü cezaevinden bir ihtisas hastanesine gitmeniz için üç ara basamaktan geçmeniz gerekiyor.
Önce cezaevi reviri, sonra Silivri Devlet Hastanesi, sonra Haseki, oradan Üniversite…
Her basamaktan önce cezaevi revir doktorunun onayı gerekiyor. Ve her seferinde ayrı bir revir doktoruyla karşılaşıyorsunuz.
Heeey Heraklit!
Sen diyorsun ya, “aynı ırmakta iki defa yıkanılmaz”.
Bizim cezaevinde de aynı doktora iki defa muayene olunmaz.
İkinci gidişte başka bir doktor gelmiştir.
Şaşırdın değil mi Heraklit?
Sen her aklı it, gel cezaevine, hayat üzerine daha ne tezler üretirsin.
1 Nisan Cuma günü tüm sanıklar ve avukatları kendileri için değil, Erikel için tahliye isterken, bir şeye daha dikkat ettiler; zamana!
Kısa konuştular. “Sözümüzü hemen bitirelim ki, siz de karar için bir an evvel çekilin ve tahliye edin. Bir an evvel, tedavi başlasın.”
Erken cumalardan birini yaşadık. 19.30 sıralarında Erikel için tahliye kararı çıktı.
Herkes sevinç içindeydi. Hepimiz bekleme salonunda Erikel’e sarıldık.
Tam bir bayram havası. İçimizden biri özgürlüğe uçuyor.
İçimizden biri cezaevi aracına son kez biniyor. Araçta şenlik, uzun süredir ilk kez bu kadar gürültülüyüz.
Cezaevi kapısından girip, günün dördüncü aramasından geçerken herkes yine Erikel’in yanında. Beşinci aramadan sonra koğuşlara dağılırken son bir kez daha sarılıp kutladık, şans diledik.
Benim hücre, en uçta. Güvenlik nedeniyle her santimetrekaresi aydınlatılmış ıssız koridorda, yanımda nöbetçi gardiyanla birlikte beyaz bir karanlığın içinden geçerken, içime doğru haykırarak bir türkü mırıldandım.
Gardiyan türkünün tonunu bozmadan, “neşelisiniz” dedi.
“Nasıl olmam” dedim, “Erikel’i serbest bıraktılar.”
Aynı tonda devam etti,
“Ama kansermiş…”
Bir an sustum… Bir kez daha özgürlük sevinci kanseri yenmişti.
Aklıma birden Cumhuriyet Bilim Teknoloji ekinde Hayrettin Ökçesiz’in yazısı geldi,
“Özgürlük aşkı, bir zindan çiçeğidir.”
Zindana düşmeyen özgürlük aşkını bilemez.
Özgürlük öyle bir aşktır ki, ona kavuştuğunuzda kansere bile gülümsersiniz!
(MUSTAFA BALBAY- SİLİVRİ CEZAEVİ)
Bu Haber 136329 Defa Okunmuştur