NAZAN ŞARA ŞATANA yazdı
‘Hunlar! Atilla!’
Hatırlamıştı. Aklı ikramını sunmuştu. Onları biliyordu. Onlarla ve burada olmaları ile ilgili birçok şeyi öğrenmişti. Etrafını iyice incelemeye başladı, olduğu yerden çok ileriye gitmek istemiyordu. Onların ona ne yapacaklarını bilmiyordu. O sırada birkaç erkeğin onun olduğu tarafa doğru geldiğini gördü.
‘Beni gördüler!’
Adamlar yaklaşıyorlardı, hatta ona bakıyorlardı. Huriye taş kesilmişti gibi öylesine duruyordu. Gözlerini kapattı, nefesini tuttu. Yaklaşan ayak sesleri uzaklaşan ayak seslerine döndüğünde gözlerini açtı. Adamlar yanından geçmişlerdi ama onu görmemişlerdi. Bu nasıl olabilirdi? Bu kadar yakınlarında iken nasıl görmezlerdi? Gözlerini kıstı, etrafına baktı.
‘Niye şaşırıyorum ki? Burada olduğum normal! Beni görmemeleri mi anormal?’
SABAHA KADAR AYASOFYA’NIN TÜM ÂLEMLERİNE SİHİRLİ BİR YOLCULUK YAPTI.
NEREDE?
AYASOFYA’DA GECE BULUŞMASI’NDA…
Prenses ve rüya!
Çok büyük ama bir o kadar karanlık bir yerdeydi. Yürüyordu ama karanlığa doğru ilerlerken gelen bir kadın sesine yaklaştığını bilmiyordu. Bir kadın ağlıyordu herhalde! Sesi çok uzaklardan geliyordu. Ses bazen çok yakınında oluyordu bazen duymakta zorlanıyordu. Ağlama sesi sonraları bilmediği bir dilde hüzünlü bir şarkıya dönüştüğünde sese de yaklaştığını düşünmüştü.
Uzun dar koridor benzeri bir yerden ilerliyordu. İki yanında kapıları olan yerler vardı ama o sadece karanlığın içinde göz aldatması ile görebildiği karanın en karası kapıları görüyordu. Sese doğru ilerledikçe sesin kendini etkilediğini fark ediyordu. Gitmek önce ağlayan sonra şarkı söyleyen bu güzel sesin sahibini bulmak, tanımak onunla konuşmak isteği durmadan artıyordu.
Daha hızlı yürümeliydi, kendini bu kadar etkileyen sesin sahibine bir an önce kavuşmalıydı. Kavuşmak!
‘Nasıl yani? Tanımıyorum ki onu kavuşmak isteyeyim’ diye geçirdi içinden ama ona karşı tarifsiz bir görme isteği vardı.
Koşmaya başlamıştı. Dar karanlık koridor daha da uzağa gidiyordu, uzadıkça ses yaklaşıyordu. Sonunda önünde bir anda beliren kapıya az daha çarpıyordu. Nefes nefese kalmıştı. Kapıyı hafifçe itelediğinde kapı ağır ama yüksek bir gıcırtıyla açılmaya başladı. Huriye’nin gözüne ilk çarpan, küçük bir pencere oldu. Pencereden belli belirsiz bir ışık geliyordu. Önce hemen seçemediği bir süre sonra fark ettiği çok güzel bir kız vardı ve şarkıyı o söylüyordu. Huriye onu tanıyor gibi fısıldadı.
“Honoria seni dinlemeye geldim.”
Honoria kimdi, onun ismini nereden biliyordu? Genç kız ona yavaşça döndüğünde Huriye’nin şaşkınlığı daha da arttı.
“Ömrümde böyle bir güzellik görmedim” dedi. Genç kız ona bakıyordu. Gözlerinin içine bakıyordu.
“Beni kurtaracak mı? Benimle evelenecek mi?”
“Kim?”
“O büyük hükümdar.”
“Büyük hükümdar kim? Ben bilmiyorum.”
“Ona söyle lütfen beni hemen kurtarsın.”
“Kime söyleyeceğim?”
“Söyle beni kurtarsın.”
Genç kızın sesi uzaklaşmaya başladığında, Huriye’yi bir çekim geriye çekiyordu adeta. Gitmek istemiyordu ama bir vakum gibi birileri onu çekiyorlardı.
“Bir dakika durun bana söyleyecekleri var. Kim çekiyor? Rahat bırakın beni.”
Hareketler kendi kontrolünden çıkmıştı. Hiçbir yerini kendi isteği ile oynatamıyor, hareket ettiremiyordu. Sesi de kısılıyor muydu yoksa konuşma yetisini mi yitiriyordu. Sonra sesler duymaya başladı.
“Atlılar geliyor, bırakın beni çiğneyecekler.”
“Bilmediği eller onu geriye çekiyorlardı. Atlıların sesleri ile kılıçların birbirine çarptığı zaman çıkardıkları sesler gittikçe yaklaşıyordu. Huriye iyice paniğe kapılmıştı.
“Beni ezecekler, beni ezecekler!”
Yerinden fırladığında hala ‘beni ezecekler ’diye bağırıyordu.
Bu Haber 1358429 Defa Okunmuştur