OZAN ARİF yazdı
HELÂ TAŞLARI!..
Utanmadan televizyona çıkıp konuşuyor, yalan söylüyor ve bize veya bizim gibilere hakaret edebiliyorlar!
Her ne kadar yeni parti kurma çabasında görünenlere diyormuş gibi konuşsalar da, benim gibi inatla üç hilalin gölgesinden ayrılmayan ve ayrılmaya da hiç niyeti olmayan, ama kendilerini de hiç tasvip etmeyen, yanlışlarını suratlarına şamar gibi patlatanlara da verip veriştiriyorlar!..
Esasın da MHP'yi öyle kötü yönetiyorlar ki,
Ne yeni parti kurmaya kalkanlara ne de benim gibilere tek kelime diyecek yüzleri olmaması lazım bunların...
Kendilerine karşı olanları MHP karşıtı gibi göstererek muhaliflerin gayesini çarpıtma çakallığına bile giriyorlar...
Dikkatimi çeken bizlere hakaret ederken de bakıyorum Osmanlıca kelimeler kullanıyorlar!
Güya okuyanlar da bu dangalakları geniş kültürlü birileri sanacak...
Halbuki isimlerinin önlerine Dr., Prf., Av. gibi emareler koysalar da bunların ne kadar cahil olduklarını cümle cihan öğrendi.
Hatırlayın!
Dün ülkücülere içlerinden birisi “piç„ manasına gelen “nesebi gayri sahih„ deyimini kullanırken, dün akşam da biri çıkmış, yine ülkücülere “merdut„ lar diyerek hakaret ediyor!
Yani kendilerini herhalde “makbuller„den sayıyorlar ki,
Bize ve bizim gibilere “ reddedilmiş, kovulmuş, atılmış..„ vs anlamına gelen “merdutlar„ kelimesini kullanıyorlar!..
Milyonlarca ülkücünün olduğu gibi (bir nebze de olsa) benim de emeğimin üstünde oturup bana bile “sözde Ozan„ yazdığım destanlara “sözde şiir„ diyebilecek kadar alçaklaşabiliyorlar!..
Kim bunlar?
Kim olacak tezekten terazinin dirhemleri!
Özelliklerini saysam iğrenirsiniz!
Gündüz masasında otururken memleket meselelerini değil, akşam olunca kuracakları işret sofralarını düşünen ayyaş takımı!
Ülkücülerin; daha doğrusu Yüce Türk Milleti‘nin gönlünü kazanma yerine, siyasi erke yalakalık yaparak koltuk koruyan veya ihale koparıp haram kazanmayı düşleyen haramzadeler!..
Rahmetli Başbuğ‘umun dediği gibi;
Helâ taşları bunlar, helâ!...
Biliyorum bazıları şimdi “bu helâ taşı da ne oluyor, Ozan Arif bu kavramı neden kullandı acaba?„ diye düşünmeye başlamıştır bile...
Çünkü nedense onların yaptığı hakaretleri görmeyip ama benim şerefsizlere “şerefsiz„ dememi bana çok gören hatta beni özür dilemeye davet eden sivri akıllılar bile var...
Ancak ben yine de sivri akıllılar gibi düşünmeyen samimi yürekler için de olsa “helâ taşları„ kavramına bir açıklık getireyim...
Bu kavramı Başbuğumuzla yaptığımız bir ikili sohbette, ondan duymuştum!
Başbuğ‘umuz 4 sene 7 ay yattıktan sonra dışarı çıkmıştı...
Ona içeride kesin ölecek gözüyle bakanlardan, yani tekrar dışarı çıkmasını ve hareketi toparlamasını çekemeyenlerden bazıları, hesapları tutmayınca Onun hakkında akla, hayale sığmayacak tezviratlar yapmaya başlamışlardı!..
Ama güneşi balçıkla sıvayamıyorlardı...
Attıkları çamurlar hep kendilerine dönüyordu!
Şahsını kirletmeyi beceremeyenler bu sefer Başbuğ'umuzun etrafında bulunan insanlara çamur atıyorlardı...
İşte ben bu etrafındaki dedi-kodusu yapılan insanları sordum bir keresinde...
İsim-misim vermeden lisan-ı münasiple dedim ki;
“Başbuğ‘um etrafınızda bulunan, çok yakınınızdaymış gibi görünen iş adamı, gazeteci, siyasetçi vs. gibi tiplerle ilgili tezviratlar var?,
Bunlardan haberdar mısınız acaba?„
Evet, evet işte aynen böyle sordum.
Beni sorduğuma, soracağıma pişman eden o ders niteliğinde ki cevabını hiç unutmuyorum!..
Ölene kadar unutmam da mümkün değil.
Hiç kızmadan, gayet mülayim, hoş bir ses tonu ile demişti ki;
“Oğlum Arif, evet hepsini biliyorum...
Bu tezviratı yapanları da biliyorum, yaptıranları da biliyorum...
Bunlar dışımızdan yapıldığı kadar içimizden de yapılıyor onun da farkındayım.
Ama madem sordun şimdi dinle..„ dedi ve devam etti...
“ Bak evladım;
Farz et ki biz bir Cami yapıyoruz.
Bu caminin temeline de, duvarına da, minaresine de, kubbesine de, hutbesine de, minberine de, şadırvanına da hatta helasına da taş lazım oğlum...
Dolayısıyla Arif, bizim hiç bir taşı ziyan etme, kaldırıp atma gibi bir lüksümüz olamaz...
Yeniden toparlanmaya başladığımız şu dönemde hiç bir taşı ziyan edecek durumda değiliz.
Ama sen ve senin gibi arkadaşlar bize şunu diyorsa;
“Efendim helâ taşlarını, hak etmediği yerlerde kullanıyorsunuz veya kubbe taşını hiç konulmaması gereken yere koyuyorsunuz” diyorlarsa bunu tabi ki gelin söyleyin...
Bunu hep beraber inceleriz iddiaların haklılığına veya haksızlığına bakarız, ona göre karar veririz...
Bizi bu konuda uyaranlara da haklılarsa teşekkür ederiz.
Ama en kötü taşa bile kıymamız, onu kaldırıp atmamız bizden istenmemeli öyle değil mi evladım? „ dedi...
Yukarda dediğim gibi sorduğuma soracağıma pişman olmuştum ama dersimi de almıştım!
Ancak “haklısınız Efendim..„ diyebilmiştim...
Ama mahcubiyetimi anlamış olsa gerek ki bana bu tür hususlara dikkat ettiğim için teşekkür edip hiç olmazsa biraz rahatlamamı sağlamıştı...
Herhalde şimdi bir mucize olup ta Rahmetli Başbuğ'umuz bu halimizi veya bu başımızdakileri görse, bırakın helâ taşı olmayı bu "bela taşları"nı tepenize nasıl çıkardınız diye hepimizden hesap sorardı...
Şimdi düşünüyorum da, birilerine helâ taşı göndermesi yapmakla helâ taşlarına bile haksızlık mı yapıyoruz acaba?
Çünkü helâ taşı dahi olsa, hiç bir helâ taşı sanmıyorum ki, içi necasetle bile değil, necasetten daha pis rüşvetle dolu olan ve kolunda 7-8 yüz bin liralık saat taşıyan rüşvet çukuruna sahip çıkmazdı herhalde!..
Allah‘ım ne günahımız vardı ki;
Bu helâ veya bu bela taşlarını başımıza musallat ettin?
Ve siz!..
Bu helâ taşlarını tepemizde ki kubbeye yerleştirenler bunları daha ne kadar tepemizde tutacaksınız?
Bu Haber 811478 Defa Okunmuştur