NAZAN ŞARA ŞATANA yazdı
Bazen yasaklı olduğunuzun farkına varmazsınız.
Varamazsınız çünkü camdan bir fanusun içindesiniz, her yeri görüyorsunuz, o ne herkeste sizi görüyor, yâda siz gördüklerini sanıyorsunuz.
Beyaz ve aydınlık, ışık her yerden karanlık da değil o zaman esaret elbette yok.
Müzik ne kadar güzel, ruhunuz yenileniyor, tam diyorsunuz hareket bir esinti müzik sizi hayallere daldırıyor.
Koku her yerden sizi sarıyor, Miski amber saçılmış sanki etrafa.
Bu nasıl bir saadettir Yarap…
Yanıldınız siz sadece camdan bir fanusun içindesiniz aslında ve kıpırdamak istediğiniz de!
O zaman şöyle yapalım mı ne dersiniz?
Önce camdan bir fanus düşünün lütfen. Yuvarlak tabi. Şeffaf, beklide kristal!
Güneş ışınlarının türlü dansları renklerle karma karışık. Gösteri nefesinizi kesecek kadar güzel.
Fark etmeden dudaklarınız mutluluğun resmi, gülümseme isteği ile aralanmış.
Hatta kalp atışlarınız daha bir huzura ermiş gibi.
Bütün bunlar bir camdan fanus içinde mi oldu?
Kimi renklerin dans edişini,
Kimi güneş ışıklarının renklerle dalga geçişini görür.
Kimi ışığın nesneler üzerindeki dansını izler.
Kimi renklere takar içinde sihirler arar,
Kimi güzel görmeyi sever aydınlık ya o zaman güzeldir.
Karanlığın siyahını sevmez belki de, böyle huzurludur.
Buraya kadarı tamam-tamam da!
Bazısı da boş cama bakar - bakar.
Bazen sebepsizdir bakışı, bazen de bilmez ki neye bakacağını!
Neden baktığını merak edenlere verilecek cevabı da yoktur.
O bakar sadece, kendinin değildir geleceğin merakı, yanındakine sevinecektir az da olsa.
Sadece bir başkasında mutlu haberci aralanan dudaklar, sebepsiz bükülür.
Oysa görmek istemek lazım! Bakmak yetmez ki…
Gözler kalbin aynası olduğuna inanılıyorsa eğer,
Kalbi hareketlendirmek için görmeli, beyni de bu işin içine katarken asude olmasını sağlamalı.
Hırçın olmasın ki renklerden siyahı, kızılı karayı görmesin.
Beyaz uçuk mavi hatta nerede ise uçmuş gitmiş yeşilin rengini hissetsin. Hatta orada olduğunu düşünsün.
Bırakın bu onun kararı. Bırakın bu onun dünyası.
Bırakın bu onun hayali.
Biz yine başa dönelim, yine aynı şeyi düşünelim.
Camdan bir fanusun içinde yaşadığınıza gelelim.
Hava var içinde tabi nefes alıyorsunuz.
Üstelik kirli de değil, genziniz de yanmıyor.
Buraya kadar iyi, sizi nedir rahatsız eden?
Hapis olduğunuz düşüncesi mi?
Nasıl anladınız hapiste, tutuklu hatta kelepçeli olduğunuzu?
Bir yerlere gitmek sınırlara tabii ondan mı?
Bir yerin bitiminde camdan duvarlar var gidemiyorsunuz bu mu sebep? Yasakları önünüze koydular, haydi git dediler çaresizliğinizle alay ederek, sebep bu mu?
Ya da gurbet ile sıla arası med ve cezir gibi gidip gelmekte ise gönlünüz bilmezliğin çaresizliğinden mi sıkıntıdasınız?
Bunu sorgulamak mı gerekir?
Tamam yapalım.
Sorgulayalım ama düşünerek.
Aniden, birden, hemen, tamamlanarak karar vermeyelim.
Enine boyuna misali hareket edelim.
Önce neymiş, ne anlatılıyormuş, sebep diyelim.
Bir güzel düşünelim o zaman.
Bizi bize yakın biri,
Bizi bize rağmen, aklımıza güveniyoruz ya,
Bilmeden biz, renkli taşlarla, ışıkla, müzikle birkaç güzellikle süslenmiş şeffaf cam kavanoza hapis etmiş ama haberimiz olmamış.
Neden mi?
Siz o değilsiniz?
Neden mi?
Siz ona güvenmişsiniz?
Burada eksiklik sizde değil ki,
Yazık! Onda o kimseye güvenmiyor, belli ki kendine bile.
Yoksa ışıklar tamam, müzik iyi, renkler fevkalade.
Peki, bu sınırlar niye?
Kim nereye, ne kadar gideceğini bilmiyor mu?
Biliyorsa olay nedir?
Bilmiyorsa, bilmeyenle senin ne işin olur.
Çünkü belli ki akıllısın,
Belli ki o fark etmeden onu sırça saraya hapis etmişsin.
Taki rüzgâr esene kadar,
Taki müzikte bir bam telini incitecek nota havada uçana kadar,
Tabiki renkler kırmızının ateşi ile coşkulandırana kadar.
Bundan sonra isyanlar, itirazlar yazık kavgalar.
Nerede kaldı mutluluk, nerede kaldı sevgi bitmeyen sevda.
Tek özeti olmalıydı oysa.
Güven
Bu hepsine yeterdi.
Ne cam fanusa gerek kalırdı ne de aman görmesin başka yere bakmasın diye bu kadar gereksiz emeklere.
Düz, sade, yalın ama emin bir hayattı oysa sırça saraya, cam fanusa hapis ettiğinin isteği
Bu Haber 1593362 Defa Okunmuştur