GÖKTÜRK TUNÇTÜRK (Cafer Uğurlu)
4 Ocak 1968 Yılı akşamı, Site Öğrenci Yurdunda ki iftardan sonra Marksist- Leninist düşünceye sahip, Komünistler tarafından kalleşçe, kahpece kurşunlanarak Şehit edilen ve Ülkücü Hareketin ilk Şehidi olan, Osmaniyeli yiğit dava arkadaşımız, İlahiyat Fakültesi öğrencisi RUHİ KILIÇKIRAN'ı rahmetle, minnetle anıyoruz.
Ruhu şad, mekanı cennet olsun..
Bütün Ülkücü Şehitleri hiç unutmadan rahmetle anması dikkat çeken, Şehidimiz GÜN SAZAK'ın oğlu ve MHP Genel Başkan Adayı Süleyman Servet Sazak, ilk Ülkücü Şehit Ruhi Kılıçkıran'ı da unutmadı ve "Rahmetle anıyorum" dedi.
Süleyman Servet Sazak, Sosyal medya hesaplarından Ülkücü Hareketin İlk Şehidi Ruhi Kılıçkıran'ı foğoğrafı ile anarken, merak edip akşama kadar bekleme içerisine girdim..
Neden mi?
Koltuk derdine düşen, derin gaflet uykusunda yatan ve olur-olmaz şeyleri Twitter hesabından yazıp, herkese saldıran Osmaniyeli Devlet Bahçeli, malesef ilk ülkücü şehidi, Şehit hemşerisini anmayı bile aklına getirmedi...
Gerçi hiç bir yıl Ülkücü Şehitleri gününde andıklarına şahit olmadım..
Ülkücü Şehitlerin kanı ile vücut bulan MHP'nin, kullandığınız imkanları hepinize haram, zıkkım olsun..
Kadrolu yalaka yardımcılar, milletvekilleri; sizlerede haram olsun..
Hanginiz çıkıp, ilk ülkücü şehidi anan basın açıklamasını yaptınız, hanginiz yüksek sesle andınız?
Birde sıkılmadan, utanmadan Ülkücü iradeden bahsediyorsunuz..
İŞTE, İLK ŞEHİDİMİZ OSMANİYELİ RUHİ KILIÇKIRAN
4 Ocak 1968’de şehit oldu.
İlk can, ilk kandın, toprağa düşen ilk fidandın...
İlk can, ilk fidan toprağa düşen ilk yiğidimiz
Cumhuriyet tarihimizde dillere destan olmuş ve istikbalde daima şerefle yâd edileceğine inandığımız bir misyon olan “Ülkücü Hareket” in Türk-İslâm davası uğruna verdiği ilk şehit Ruhi Kılıçkıran'dır.
4 Ocak 1968, Ülkücü hareket Var olduğu sürece akıllardan çıkmayacak bir kara gündür. Tipi, boran Ankara'nın üzerinde eserken bir can toprağa düşürülüyordu. Şehidimiz.
Osmaniye den kalkıp Ankara'nın o boğucu insan kalabalığında kendini bulmuştu. İlk günleri zor geçti Ruhi'nin çünkü insan yığını şehre ayak basmıştı. Ankara ne kadar büyük olursa olsun bu Anadolu yiğidine dar geliyordu. Ruhi Ankara Garı'na inip de şöyle bir Ulusa doğru giden caddeye göz gezdirdiğinde Kurtuluş Savaşı'nın o zorlu dönemlerini gözlerinde canlandırıyor ve eski Büyük Millet Meclisi'ne doğru yol alıyordu...
Şahadetinden sonra arkadaşlarının sakladığı mektuplarda "gardaş Ankara çok boğucu geliyor, ilk olarak Anafartalar Caddesini gezdim, eski zor dönemleri âdeta yaşadım" diyordu.
1946 yılında Osmaniye'nin Rızaiye mahallesi'nde dünyaya gelen Ruhi KILIÇKIRAN, çocuk yaşta babası Ömer efendiyi kaybetti ve annesi Münire hanım tarafından yetiştirildi.
İlk ve orta tahsilini Osmaniye'de tamamladıktan sonra 1966 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne kaydoldu.
Okulda ve kaldığı Site Talebe Yurdu'nda kendisini sevdirdi ve saydırdı. Çok büyük bir ikna kabiliyetine sahip olan ve davranışlarıyla çevresine örnek olan Ruhi KILIÇKIRAN; bir ruh disiplini ve mücadelede dürüstlük kaynağı olarak kabul ettiği sporun birçok dallarında başarı göstermişti.
4 Ocak 1968 günü, iftardan sonra Site Yurdu kantinine gelerek kasıtlı bir tartışma çıkaran hain eller tarafından kurşunlanarak şehit edildi. Türk-İslâm davası için verilen ilk ülkücü şehidimiz olan Ruhi KILIÇKIRAN 'ın naaşı Osmaniye'ye getirildi ve anlamlı bir törenle toprağa verildi.
Çok küçük yaşlarda babasını kaybeden şehidimiz, ağabeyi Hüseyin'le beraber hayat kavgasına başlıyordu. Henüz ilkokulda iken tatillerde simit satarak ailesine katkıda bulunmaya çalışıyordu. Ortaokul ve lise dönemlerinde de bu böyle oluyordu. Soğuk, sıcak, uykusuzluk demeden, gece gündüz anasına ve ailesine yardımcı olma mücadelesi veriyordu. Lisede iken katıldığı bir müsamerede öğretmeni şiir okuması için Ruhi'ye görev veriyordu. Ruhi mahcup, Ruhi sıkıntılıydı, çünkü müsamere için giyeceği bir ceketi o gün için ödünç alıyordu. Şiir okurken onun mahcubiyetini yaşıyordu ama onun maddî yoksulluğunca büyüyen ve doruğa ulaşan bir manevi enginliği vardı. Hakka hizmet yolunda haksızlıklarla mücadeleyi o dönemlerde yüreğine emziriyordu.
İlahiyat Fakültesi'ni kazanıp Ankara'ya gittiğinde geride gözü yaşlı bir aile bırakıyordu. Ankara'da okuluna kayıt yaptırdıktan sonra Site Öğrenci Yurdu'na yerleşti. Fakir bir ailenin çocuğu idi. Maddî yönden büyük sıkıntılar yaşıyordu... Abisi Hüseyin harçlık gönderiyordu. Ama ailenin geçimi de onun üzerinde olduğu için gerekli şekilde yardımcı olamıyordu. Bundan dolayı, Ruhi abisine ihtiyacının olduğu dönemlerde bile yardımcı olması için talepte bulunmuyordu.
İşte bu dönemlerde şehidimiz sanki açlık orucuna giriyordu, ama yine de bu sıkıntısını ailesine belli etmemeye çalışıyor ve yazdığı mektuplarda daima iyi olduğunu ifade ediyordu. Öyle zor anlar yaşıyordu ki yol parasından iktisat edebilmek için, dini bayramları bile anacığından ve ailesinden ayrı yaşamak zorunda kalıyordu. 1967 yılının Kurban Bayramı'nda gönderdiği fotoğrafın arkasına şöyle bir not düşüyordu: "bensiz geçen Kurban Bayramınızı kutlar ellerinizden saygıyla öperim..."
Şehidimizin bu bayram günü ile ilgili hatıralarını yazdığı not defterine Arif Nihat Asya'nın şu beytini düşüyordu:
"Bayram dedi; ben mutluların bayramıyım!
Toplum dedi; mutsuz kişiler toplamıyım..." aynı not defterinin bir başka sayfasında bu büyük mutsuzluğu şöyle izah edecekti.
Defterin üzerine bir şema çiziyor, çizgilerde iyice koyu bir şekil var şema şöyle: "Milliyetçilik" diyor ve oklarla umdeleri işaret ediyor birinci okun karşısında kocaman bir "ana hakkı" yazılı. Demek ki mutsuzluğu, milliyetçilik anlayışının en önemli umdesi olan "ana" ile ilgiliydi. Şemada yer alan oklardan ikisinin karşısında yazılı olan "din" ve "vatandaşlık" umdelerine bağlılığıysa ona şahadetini hazırlıyordu...
Bir iftar sonrası Site Yurdu kantini ve mukaddes değerlere açıkça saldırı yapan bir topluluk. Ruhi yemeğini bitiriyor ve iftarını açmanın manevi hazzı ile duasını ediyor, ama kantinde bulunan hain zihniyetli güruh sözlü ithamlarına devam ediyor.
Bunun üzerine Ruhi yanına boş bir sandalye çekerek, Türk insanının mukaddes bildiği değerleri tahkir ve tezyif etmemelerini söyleyerek, onları bu konuda oturup konuşmaya davet ediyor. Bu davetin karşılığı olarak hain gurubun elebaşısı, Allah (c.c) ve dini kastederek "olmayan şeylerin tartışmasını mı yapacağız" diyor ve kutsal değerlere küfrünü daha da artırıyor.
Ruhi küfrü geri alması uyarısında bulunuyor. Ama o küstah hakaretlerini daha da artırıyor. Bunun üzerine Ruhi'nin yumruğu ile yere yıkılıyor. İşte bu andan itibaren, ihanet sürüsü hep birden Ruhi'nin üzerine saldırıyorlar. Bir tabancadan çıkan ölümün sesine, "Yandım Allah!" sesi katılıyor. Kantin duvarında yankılanıyordu. Bu ses dalga, dalga Anadolu'yu sarıyordu. Allah (c.c) sevdalısı bir çeri Allahsızlarca kurşunlanıyordu.
Önce sıkılı yumrukları gevşedi Ruhi'nin, başı o anlık bir sadelikle ve mazlumca hoşlukla hafifçe döndü, geriye doğru yaslanıp gözünü yumdu. Ebemkuşağı renklerinin, birbirleriyle genişleme savaşındaymış gibi ipil ipildi. Mavi, yeşil, sarı ve sonra kırmızıda soluverdi bütün renkler, koynundan çıkardığı ellerindeydi gözleri. Kıpkırmızı kan... Bir ılıklık yayıldı can vücuda. Osmaniye, anacığımın duası; bir de Çataloluk'tan su içebilseydim diye geçirdi içinden, soğuk soğuk terlediğini hissetti, kırılmış sandalyelerin üzerine yığıldığını fark edemedi bile... Başında beyaz takkesi, sırtında cübbesi, yüreğinde ülküsü, Osmaniye Ulu Camii'nin minberinde adım adım yükseliyordu.
Oy Ruhi... Vay can oğul...
Nedendir, nasıldır, niçin?
Sorularıyla oyuluyor beynimiz
ilk can, ilk kandın, toprağa düşen ilk fidandın...
Oldu mu be kader oldu mu şimdi?
Ölümlerin en güzeline talip olduk ama çok erken aldın Ruhimizi, çok çabuk yaktın yüreğimizi, şimdi acı bir poyraz uğuldar kulaklarımızda, sancılı, yanık, ezik, türküler dinleriz... Ne onun hatıraları, ne de doğan yeni bir gün doyurur gönlümüzü. Bir kahpelik kurşun çekirdeğinde, onu kaybedeceğimizi düşünemezdik.
Kim derdi ki bu koca yüreğin, umutla çıktığı Osmaniye'den, cansız bir beden olarak geri Osmaniye’ye döneceğini... Yurdumuzun semalarında ezanlar okunan da gönderdik onu... Gözlerimizdeki yaş gidişine değildi, döktüğümüz damlalar onun şahadetine bizim ulaşamayacak olmamızaydı. Gün ola harman ola be yiğidim!.. Gün ola harman ola...
Açıp ta o mübarek ellerini bizi yanına aldığın gün sancılarımız, kederlerimiz bitecektir. Gün ola harman ola be yiğidim... Derdime derman ola... Kılıçkıran ilk şehidimiz, Ergenekon’dan çıkışımızın ilk şahididir.
Ancak onun şahadetiyle başlayan, ülkücü şehitler zinciri devam edecekti... Şunu yine tekrarlıyoruz; Türk kendine geldiği gün, işte o kahpe eller kendilerine yer ve yurt bulamamanın gerçeğini yaşayacaklardır... Bu şahadet aynı zamanda kızıl emperyalizmin kalesi, milletler hapishanesi kızıl Rus imparatorluğunun yıkılışının da müjdecisi olacaktır. Kızıl Çarların genişleme süreci Ülkücü Hareketin şanlı direnişiyle son bulmuş, ateşe atılan her ülkü deviyle dünya biraz daha huzur bulmuştur.
SÜLEYMAN SERVET SAZAK'ın SOSYAL MEDYA HESAPLARINDAN PAYLAŞTIĞI, ŞEHİDİMİZİN RESMİ ve MESAJI
Bu Haber 2299298 Defa Okunmuştur