GÖKTÜRK TUNÇTÜRK
(Cafer Uğurlu) yazdı
Değerli okuyucular…
Bu gün 3 Mayıs..
Bazıları için sadece normal bir günün tarihi olabilir..
Fakat… 3 Mayıs 1944 yılında Türkçülük akımını başlatan Hüseyin Nihal Atsız, o günün başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na; ORKUN Dergisinde açık bir mektup yazar ve Türk devletinin Türklükten, Türkçülükten uzak bırakılmaya çalışıldığını ve bu konularda gerekli girişimlerle önlem alınmasını ister..
İşte bu yazıyı “Irkçılık” olarak gören ve Başbakan Saraçoğlu’na yakın olan Sabahattin Ali, Hüseyin Nihal Atsız’ı şikayet eder ve “Irkçılık ve Turancılık” gerekçesi ile dava açılır..
Fakat… Çok, çok enteresan bir olay cereyan eder..
Mahkemenin ilk duruşma gününde; mahkeme salonunu ve adliyenin etrafını Milliyetçi gençler hınca, hınç doldururlar..
Mahkeme heyeti, işin vahametini anlar ve bu davanın duruşmasını 3 Mayıs 1944 gününe erteler..
Bu geri adım, Türklük ve Türkçülük adına önemli zafer kapısını açmıştır.. Türk Milliyetçileri sevinçlidir..
İşte bu hukuk zaferini ; 3 Mayıs 1945 tarihinde Tophane Askerî hapishanesinde yatan; Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Nejdet Sançar ve Reha Oğuz Türkkan ile 10 mahkûm tarafından ilk olarak kutlamışlardır..
Ve bu 3 Mayıs tarihine; Türkçülük günü adı verilmiştir..
Türkiye Cumhuriyeti devletini çok zor şartlar altında kurmayı başaran, Başbuğların Başbuğu gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türklük ve Türkçülük için çok önemli bir sözü vardır;
“Taş kırılır, tunç erir ama Türklük ebedidir”
Evet.. 3 Mayıs Türkçülük günü; gönülden “ben Türk’üm” diyebilen herkesse kutlu olsun..
Değerli okuyucular..
Yazımın başlığını; benim çok, çok değer verdiğim ağabeyim Taha Akyol’un, Karar Gazetesinde ki bugün ki yazısından harmanladım..
21. yüzyıla geldik, Elhamdülillah Müslümanız.. Dinimiz de; İslam’dır.. Rehberimiz de; Kur’an dır..
Taha abinin bu yazısı aynı zamanda 3 Mayıs gününde ve şuan da Türkiye siyasetinde; “İstibdat” ifadesinin tartışıldığı günlerde yazılması da ayrı bir önem arz etmektedir..
Evet.. Çağlar hızla bilim ve teknoloji çağı olarak değişiyor ama gelin görün ki bu alanlarda gelişme sağlayan tek bir İslam ülkesi yok..
Bu çok üzücüdür..
Ve gelişmeyi önleyen bu İslam ülkelerinde ise Hukuk ve Adalet kapıları kapatılmıştır.. Evrensel hukuk depolara atılmış, Hukuk; kişilerin üstünlüğüne göre dizayn edilmiştir..
Oysaki yüz yıllar geçmesine rağmen hala mahkeme salonlarında “Ben Hz. Ömer adaleti istiyorum” diye haykıran yüz milyonlarca insan var..
Demek ki; eskiden Hz. Ömer’in dünyada örnek olan eşsiz bir adalet sistemini biz İslam ülkeleri kullanmıyoruz ama gelişen ülkeler kullanıyor..
Bu ayıp tüm İslam ülkelerine yeter..
Değerli okuyucular.. Bu konuda daha önce yine çok değer verdiğim ağabeyimiz, Kültür eski Bakanı Namık kemal Zeybek’te yazmıştı…
Taha Akyol ve Namık Kemal Zeybek ile aynı zamanda; 12 Eylül 1980 askeri darbesinde, MHP ve Ülkücü kuruluşlar davasından, Mamak askeri cezaevi D-1 koğuşunda birlikte yattık ve çileli günlerimizi paylaştık..
Namık Kemal Zeybek; MHP ve Ülkü Ocaklarının baş mindercisi idi, Taha Akyol’da; MHP genel idare kurulu üyesi olduğu gibi, o zamanlarda MHP ve Ülkücülere hizmet eden Hergün gazetesinin de yazarı idi..
Kimler ne derlerse desinler… Benim için; Namık Kemal Zeybek ve Taha Akyol, Milliyetçi ve muhafazakar dünyasının yaşayan bilge insanlarıdır..
Ayrıca… Taha abi evrensel Hukuk sistemini çok iyi bilen ve benimseyen bir Hukukçudur..
Değerli okuyucular..
Gelelim Taha Akyol’un Karar gazetesinde ki köşesinde yazdığı bugün ki, çok, çok önemli yazısına..
Bu yazıyı ilim, İslam ve hukuk adına herkes mutlaka okumalıdır..
Yazının tamamı şöyle…
“Müslümanlar olarak asırlardan beri bunu diliyoruz. Ama bugün bilimler alanında başarılı tek İslam ülkesi yok. Verimlilikle, endüstri ve teknolojisiyle ekonomisi gelişmiş tek İslam ülkesi de yok…
Hukukun üstünlüğü zaten söz konusu değil!
AK Parti ilk on yılında yarattığı umutları, ikinci on yılında kendi eliyle tahrip etti.
Müslümanların, asırların içinden gelen istibdat ve itaat geleneğini sorgulamadan bir gelişme yolu bulamayacakları apaçık ortada…
FİKİR ÖNCÜLERİ
Uzun istibdat asırları çekingen, durgun, edilgen zihinler ve insanlar yaratmış, gelişme, ilerleme mümkün olmamıştı.
Türkçülük akımında yer alan Ahmet Ağaoğlu, Miladi takvimle 26 Şubat 1914 günlü İslam Mecmuası’nda bütün Müslümanların geriliğine dikkat çekiyordu. Hıristiyanlarda gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler vardı. Uzak Doğu’da öyleydi ama gelişmiş tek Müslüman ülke yoktu. Sebep İslam mıydı?
İslam’ın ilk dört asrında bilim ve felsefe alanındaki gelişmeleri hatırlatan Ağaoğlu, sebebin din olarak İslam değil, “hakim sınıfların istibdadı” olduğunu yazıyordu; Umera, ulema ve kalemiyenin istibdadı…
Osmanlı milliyetçisi Namık Kemal’i, Türkçü Ziya Gökalp, Yusuf Akçura gibi isimleri hatırlatmama gerek bile yok.
İslamcılık akımının öncülerinden Said Nursi, 1911’de Hutbe-i Şamiye’de Müslümanların geri kalmasının 6 sebebini sayıyor, bu arada, “çeşit çeşit bulaşıcı hastalıklar gibi yayılan istibdat”ı zikrediyordu.
İslamcı aydınlardan Filibeli Ahmet Hilmi Bey, 1910 yılında Hikmet dergisinde, Emevilerle başlayan istibdat asırlarını hatırlatarak şöyle yazıyordu:
“Bu uzun istibdat devirleridir ki bütün Müslümanlara fena alışkanlıklar vermiştir. Fakirlik ve miskinliği yüceltme, riya, boyun eğen bir itaat vesaire gibi.”
SİYASET VE ‘DAVA’
Bugün milliyetçiler ve İslamcılar arasında particiliğin “dava” sanılması yaygındır. Bu yüzden
“Fikir” siyasetin sıradan bir aleti durumuna düşüyor. Siyasi güç yine sorgusuz sualsiz itaat istiyor.
Hal bu ki; bu iki büyük fikir akımının büyük öncüleri, yukarıda örneklerini gördüğümüz gibi “inhitat” dedikleri çöküşümüzün sebeplerini araştırırlar ve “istibdad”a dikkat çekerlerdi.
Günümüzde Prof. Hayrettin Karaman’ın tavrı önemli bir veridir. Prof. Karaman, ilk baskısı 1993’te çıkan “Ana Hatlarıyla İslam Hukuku” adlı eserinde, Peygamberimizden otuz sene sonra “saltanat ve istibdadın” hakim olduğunu, “fikir hürriyetine meydan vermediğini” ve bu yüzden fıkıhta kamu hukuku konularının gelişmediğini yazar. (cilt I, s. 165-166)
Kamu hukuku gelişmemiş olan fıkıh sistemine dayalı bir devlet çağımızda mümkün mü?! Siyasal İslamcı hareketlerin başarısızlığının birçok sebeplerinden biri budur.
Bunu sorgulayan ve AK Parti iktidarının kamu hukuku alanındaki ihlallerini eleştiren, CB sisteminin yol açtığı sorunları tahlil eden bir ‘İslamcı’ görüyor muyuz?
Aksine, Sayın Prof. Karaman’ın muhalefete fırsat vermemek için iktidarın eleştirilmemesini istemesi, siyasi tarafgirliğin, particiliğin İslami düşünceyi de nasıl kısırlaştırdığına dair hazin bir örnektir.
İSTİBDAT VE HÜRRİYET
Muhafazakârlar hemen meseleyi “Ulu Hakan”a bağlıyorlar. Şüphesiz büyük bir diplomat ve modern eğitimci olan Abdülhamit yine şüphesiz bir istibdat rejimi kurmuş, İslamcı yayınlara bile izin vermemiş, hatta Mecelle Cemiyeti’ni dağıtarak Mecelle’nin eksik kalmasına sebep olmuştur.
Tunuslu Hayrettin Paşa’nın önerdiği kurumlaşma reformlarını da reddetmiştir.
Mehmet Akif’in dergisi Sırat-ı Müstakim ancak Ağustos 1908’de, Safahat’ın ilk kitabı da 1911’de yayınlanabilecekti.
Tarihe “Ulu Hakan” ve “Ulu Önder” gözlükleriyle bakmak, laboratuvar gibi bakmamızı engelliyor. Devirlerin sorunlarını ve imkanlarını, gelecek nesillere ne gibi sorunlar ve imkanlar devrettiklerini düşünmüyor, araştırmıyoruz.
Zaten amaç da düşünmeden taraftarlar yaratmaktır.
Çok uluslu imparatorluğun devamı mümkün değildi.
Meşrutiyet hiç olmazsa sonraki nesillere kamu hukukunda milli hakimiyet, milli irade, meclis, seçim, kuvvetler ayrılığı kavramlarını, fikir hayatında da bugünkü seviyemizin çok üstünde zengin bir fikir mirasını bıraktı.
Meral Akşener’in “kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” diye konuşması iyi oldu, umarım bu iki kavram üzerinde bilgi sahibi olmamıza ve düşünmemize yol açar.
NOT : (İSTİBDAT) NEDİR? : “Uyruklarına herhangi bir hak ve özgürlüğü tanımayan sınırsız monarşi, Despotluk, Despotizm, zorbalıkla yönetilen bir sistem şekli”
Bu Haber 127734 Defa Okunmuştur