Türkiye'nin Ortadoğu bataklığında çeşitli tehlikelere sürüklendiğine işaret eden MHP Genel Başkan Adayı ve MHP eski Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Servet Sazak;
"Aylardır kuşattığımız El-Bab’dan nispeten rahatlatıcı haberler gelse de; güvenlik şeridimizin dışında kalan alanlarda özellikle İsrail güvenlik hattına nöbet kulesi olan Rakka’da bir maceraya itekleniyor olmamız, tarihsel zamanın ve Türkiye’nin dış politika envanterinin hiçbir kalemine uygunluk göstermiyor. Birbiriyle mücadele ve güç yarışı antrenmanı yapan kudretlerden El-Bab’da Rusya ile Rakka’da ABD-İsrail kuşağıyla iç içe olmak; dış politikadaki bütün omurgalarımızı yerinden oynatmış bulunuyor" vurgusunu yaparak, değerlendirmelerini şöyle sürdürdü;
NEREYE SÜRÜKLENİYORUZ?
"Müslüman coğrafyalarla ilgili bütün niyetlerini Türkiye üzerinden sahaya süren emperyal oyuncuların; Türkiye’deki rejim sıfırlaması ile ilgili sessizliği niyet sinsiliğini işaret ediyor.
BOP eş başkanlığı müsameresi ile müdahil olduğumuz Ortadoğu’daki mezhepçilik çukuru emperyal niyetleri her gün biraz daha deşifre ediyor. Çözüm süreci dedikleri kirli proje ve son on küsur yılın dış politikadaki stratejik sığlığıyla, bile isteye PKK ve türevlerinin hâkimiyetine teslim ettiğimiz alanlar; güney sınırımızda bir tehdit şeridine dönüşmüş bulunuyor.
Aylardır kuşattığımız El-Bab’dan nispeten rahatlatıcı haberler gelse de; güvenlik şeridimizin dışında kalan alanlarda özellikle İsrail güvenlik hattına nöbet kulesi olan Rakka’da bir maceraya itekleniyor olmamız, tarihsel zamanın ve Türkiye’nin dış politika envanterinin hiçbir kalemine uygunluk göstermiyor.
Birbiriyle mücadele ve güç yarışı antrenmanı yapan kudretlerden El-Bab’da Rusya ile Rakka’da ABD-İsrail kuşağıyla iç içe olmak; dış politikadaki bütün omurgalarımızı yerinden oynatmış bulunuyor. Rakka’ya yönlendirilişimizi, PYD-YPG’nin açacağı güvenlik koridoruna endekslemek kırk yıllık terörle mücadele geçmişimizi kişiliksizleştiriyor.
Fırat’ın Doğusunu ve Batısını PYD-YPG’nin alan hâkimiyetine teslim etmiş olmanın sıkıntılarını uzun süre yaşayacağız gibi. Rakka hamlemizin CIA Başkanı ve ABD Genelkurmay Başkanı’nın ziyaretlerinden sonra şekillenmiş olması; bu harekâtın niyet arka planını bizim olmaktan çıkarıyor, emperyal senaryoların kucağına taşıyor.
CIA başkanının her ziyaretinden sonra dış politikada eksen ve üslup değiştirmek sadece geleneksiz, geleceksiz ve omurgasız bir politik duruşu işaretliyor. Bu ziyaretlerle eş zamanlı dillendirilen “PYD bir diğer Barzani olamaz mı?” sorusu; tarihten ders çıkarmadığımızın kanıtı olarak önümüzde duruyor.
Birileri adına vekâleten savaşan IŞİD ile PYD, PYD ile Suriye güçleri, İran ile IŞİD, ABD ile Rusya, IŞİD ile Suriye, Haşdi Şabi ile IŞİD, ABD ile İran, El-Nusra ile IŞİD, Irak ile Peşmerge; sahi biz bu savaşın neresindeyiz?
Varlığını, mezhebini ideolojileştirmesine borçlu ve mezhepler gayyasının çıkmaz sokağı olan İran ile karşı karşıya getirilmek istenmemiz; bu emperyal senaryonun bir dayatması olarak en büyük YAKIN TEHDİDİ oluşturuyor.
Bu mezhep çukurunda; Arabistan ve Katar’ın muhafızlığına soyunmamızın, hangi stratejik hedeflerimizle örtüştüğünü bilemiyoruz.
Süper kudretlerin antrenman sahasına dönüşmüş bu coğrafyada ne yönümüz belli, ne hedeflerimiz… Ne de envanterimiz konjonktürel konumumuzla örtüşüyor.
Güvenlik endişelerimizi giderecek noktalar dururken Rakka’da kime vekâleten sahaya sürüleceğimizin belirsizliği; karşı karşıya kalacağımız durumu muğlâklaştırıyor ve operasyonun insan maliyetini, zaman maliyetini ve hedef maliyetini riske dönüştürüyor.
IŞİD’i sahaya sürenlerle, PYD-YPG’yi sahaya sürenlerle, El-Kaide/El-Nusra’yı sahaya sürenlerle; Rakka’da bizi sahaya sürecek olanların aynı emperyal güruh olması Milli devlet olma onurumuzu yaralıyor.
Hemen yanı başımızda uluslararası terör sevkiyatının merkezi durumundaki Any El Arab, Tel Abyad, Münbiç, Cerablus, Azez ve 17 kilometre yakınımızdaki Afrin Kantonu dururken Rakka’da niyetsiz, hedefsiz ve mesnetsiz bir maceraya hazırlanmak Milli aklın, Devlet aklının onaylayacağı bir durum gibi durmuyor.
Sahiden bu müphem coğrafyalarda, bu vekâlet savaşlarının kan deposuna çevirdiği coğrafyalarda, bu uluslar arası terörün sevkiyat merkezinde hedefi tutarlı, niyeti tutarlı, mesnedi tutarlı bir politik öngörümüz var mı? Daha doğru bir ifadeyle nereye sürüklenmek isteniyoruz?
Bütün bu kuşatılmışlık cenderesi içinde rejimi sıfırlamak ve oradan kahramanlıklar yaratmak gibi bir hayale tutunmuş olmak; yüz yüze kaldığımız tehlikenin farkına varamadığımızı gösteriyor.
Siyaseten kullanılan düşmanlaştırıcı üslup, zaten hain 15 Temmuz travmasıyla hareketlenen sosyal fay hatlarını hedefsiz bir şekilde daha da derinleştiriyor.
Görünen o ki; bugün emperyal veri taşıyıcılar ve yerel aktörler bir sosyal patlamayı ateşleyecek bütün dinamikleri, dinamite dönüştürmenin gayreti içerisinde. Meselenin ironik boyutu; siyaset aktörlerinin tarafsız, kudretsiz, envantersiz bir yasa metni ile bütün bu gailelerin üstesinden geleceğimize inanıyor olması ve bizden de inanmamızı beklemeleri…
İkaz etmek isterim ki; beka sorunu konjonktürel metinlerle değil, konjonktürel kıvraklıklarla değil, konjonktürel saf tutuşlarla değil BAKİ DEĞERLERLE çözülür. Türk Milletinin bekasından taviz vermeyeceği en kutsal değer adalet ve hürriyettir. Adalet ve hürriyet, Türk Milleti’nin BEKÂ bayrağıdır.
Türk’e, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş değerlerine ve kurucu ideolojimiz olan Türk Milliyetçiliğine olan kinini dine dönüştürmüş bir siyaset üslubunun; toplumsal yarılma haricinde hiçbir niyete hizmet etmeyeceğini hatırlatmak isterim.
Buradan Türkçe düşünen, Türkçe okuyan ve olan biteni Türkçe değerlendiren bir birey olarak sormak istiyorum; sahiden ne yapmak istiyorsunuz? "
Bu Haber 642725 Defa Okunmuştur