RUFAY KARAHAN yazdı
DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ
“8 Mart “ yalnız kadınlar için kullanılmayacak kadar derin, acılı, aynı zamanda insanlık tarihi açısından bakıldığında 1857 yılında Amerika’nın New York kentinde başlayan ve günümüze kadar gelen bir haykırışın, büyük bir direnişin serüvenidir.
Hakların kazanılmasında bir isyanla, bir kıvılcımla başlandığının ve bugünlere nasıl gelindiğinin hatırlanması için güzel ve onurlu bir gün.
İnsan olmanın kendiliğinden vermiş olduğu “eşit haklara sahip olmak” yolunda verilen mücadelenin adıdır 8 Mart.
8 Mart 1857 yılında Amerika’nın New York kentinde yüzlerce tekstil işçisi kadının düşük ücretlerini, uzun çalışma saatlerini, insanlık dışı çalışma koşullarını ve işyerlerindeki erkek hegemonyasını (!) protesto etmek için grev sayılabilecek eylemler yapmaya başlamasıyla tarihi bir sayfa açılmıştı. İlk Eylemler sırasında çıkan yangında, abluka altındaki işyerinden çıkamayan 129 kadın yanarak yaşamını yitirmişti.
Daha sonraları, “8 mart Dünya Emekçi kadınlar Günü” nün ne denli meşakkatli bir kazanım olduğunu tarihin akışı kısaca şu olay ve eylemlerle hatırlayacaktır.
1857 New York’ta işçi-emekçi kadınlar tarafından 12 saatlik günlük çalışma koşullarına, düşük ücrete ve istismarlara karşı yürüyüşler yapıldı fakat Polis tarafından sert müdahalelerle dağıtıldılar.
1908 New yine York’ta 15.000 kadın daha kısa çalışma saati, doğum izni, daha iyi ücret ve oy kullanma hakkı için yürüdü.
Sloganları “Ekmek ve Gül ” idi. (Ekmek yaşama güvencesi, karın tokluğunu, gül ise daha kaliteli yaşamı simgeliyordu)
1909 İlk Kadın Günü 28 Şubat’ta kutlandı. Avrupa’da Şubat ayının son pazar gününü Kadın Günü olarak kutladı.
26-27 ağustos 1910 tarihinde Danimarka ‘nın Kopenhag şehrinde 2’nci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı (Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısı) Alman Sosyalist kadın önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılması önerisini getirdi ve bu öneri oybirliğiyle kabul edildi.
1911 yılında Kophenag kriterleri akabinde ilk kez 19 Mart’ta Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre de kutlamalar yapıldı. Yüzbinlerce kadın ve erkek çeşitli aktivitelerle Oy verme, seçme seçilme hakları, meslek edinme ve mesleki eğitim görme haklarını istemek gibi birçok eylemler ve yürüyüşler düzenlendi.
Bu kutlamalardan 2 hafta gibi kısa süre sonra yine New York ‘ta Triangel gömlek fabrikası yangınında 140 kadın ve 23 departman şefleri erkek işçiler hayatını kaybetti. Bu olay Amerika da çalışma kurallarını büyük ölçüde etkileyen bir olay olarak tarihe kayıt düştü.
1917 yılının 8 Mart’ında Rus kadınlar “Ekmek ve Barış” için büyük çaplı eylem ve grevler düzenlediler.
1921'de Moskova'da düzenlenen 3. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı içeriğinde ayrıca Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda gerçekleşti. Bu konferansta 8 Mart tarihi "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak belirlendi.
Daha sonraları Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1977 yılında 8 Mart’ın “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nü, “Dünya Kadınlar Günü” olarak değiştirerek kutlanmasını kabul etti ve bu günlere gelindi.
Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk defa 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı. 1970 ve takip eden yıllarda daha yaygın ve yoğun katılımsal olarak kapalı mekanlardan, meydanlara taşındı. “Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programından Türkiye’nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi kesintisi dışında 1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Kadınlar Günü” adı altında sistemin elverdiği kadarıyla kutlanmaya devam ediliyor.
Türkiye’de 1934 yılında kadına seçme ve seçilme hakkı verilmekle birlikte, kadının eğitim, hukuk ve toplumsal alanda ilerlemesi ve güçlenmesi konusunda Cumhuriyet Dönemi’nden bu yana bazı somut adımlar atılmıştır. Ancak; sağlık, eğitim ve yaşamın diğer alanlarında sosyal göstergelerle ilgili veriler incelendiğinde yapılan reformların yeterli olmadığı da görülmektedir.
Kadının fiziki ve sosyal statüsü evrensel olarak erkeklerden daha düşük bulunmakla birlikte, özel de ülkemizde toplumsal düşünce olarak erkekle eşit düzeyde sayılmamaktadır. Kadınların ülkemizde halen genel olarak “toplumsal yaşam ve üretime katılım payı” olgusu tam olarak yerini almamıştır.
İktisadi alanda kadının istihdamı, erkek istihdamının çok gerilerinde olmakla birlikte, toplumdaki yeri ve algısı ise “haneye bir ek gelir” faaliyeti olarak değerlendirilmektedir.
Kaldı ki; bu düşünceye son yıllarda bizatihi kadınlar önayak olmakta ve kadının toplumsal yaşama katkısının eğitim ve buna bağlı olarak üretimde olmayıp cephe gerisinde, yani evde olması gerektiği değerlendirmeleri yapılmaktadır.
Bu durum Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin ve kadına verdiği değerlerinin çok gerisinde olduğunun göstergesidir.
Ve kadın her yerde kadındır.
Ortadoğu’da , Asya’da, Arap yarımadasında, kara Afrika’da ve özellikle İslam ülkelerinin bulunduğu coğrafyalarda kadın hala erkeğin arkasında yürümekte, Üretime katılamamakta, eziyet görmekte, hor görülmekte ve bazen önemsiz bir meta olarak görülmektedir.
Öteden beri var olan ve son yıllarda ülkemizde aleni ve sıkça görülen kadına şiddet, taciz ve tecavüz olayları ne yazık ki artarak devam etmekte ve sonu acı ile biten sosyal olaylara tanık olunmaktadır.
Okullarda, dershanelerde, medreselerde , ne olduğu halen belli olmayan kurslarda, yurtlarda ve evlerde ensest ilişkiler babında küçük yaşta çocuklara reva görülen taciz ve tecavüzleri anlatmaya dil yetmez, yürekler dayanmaz.
Kadın adeta korunamamakta, göz göre göre gelebileceği muhtemel ve mümkün olan ve gelen olaylar ve acılara davetiye çıkarır gibi bir başına bırakılmaktadır. Devletin bu konuda aktif bir çabasının da olmadığı görülmektedir.
Son dönemlerde Prof, Akademik ünvanlı görevlilerden başlayıp Cami imamlarına kadar her söylediği Fetva kabul edilen şahsiyetlerin, kadına ve özellikle cinsiyet ayırımcılığı öne çıkarılarak yapılan konuşmalar, söylemler, kadına karşı şiddet, taciz ve tecavüz eylemlerine davetiye çıkaracak nitelikte gelişmektedir.
Bu tür söylemlere karşı ne yazık ki devletin her hangi veya yeterli bir caydırıcı önlemi olmadığı gibi, bu konuşma ve söylemler devlet televizyon kanallarında da rahatça yapılmaktadır.
Bu durum kadına şiddeti devlet eliyle tetikler niteliktedir.
Buna bir an önce dur denilmelidir.
İslam dinine ve Laik Cumhuriyete yakışmayan örnek ve durumlardır.
Ezilen kadının Türk olması, Kürt olması, Arap, Çerkez, Laz olması, ikinci sınıf sayılması ve esemesinin okunmamasını haklı kılabilir mi?
Oysa kadınsız bir yaşam düşünülebilir mi?
Bu Haber 694999 Defa Okunmuştur