NAMIK KEMAL ZEYBEK yazdı
Kültür Bakanı olduğum dönemde; önceden de sık sık söylediğim bir söz tartışmaya sebep oldu. “Türk Kültürünün temelinde İslam vardır” demiştim.
Bir derginin Genel Yayın Müdürü benimle söyleşi yapmaya geldi. Aramızda şöyle bir konuşma geçti:
-Ben Müslüman değilim, Türk değil miyim?
-Arabanın kontağını çevirirken bismillah diyor musun? Zihninde var olan birçok yanlış ve doğru algısının İslam’dan geldiğini biliyor musun?
-Bunlar alışkanlık…
-İşte ben de bunu söylüyorum. İslam bizim büyük çoğunluğumuzun dini olduğundan inanan ve inanmayan herkesi etkilemiştir. Siz de farkında olmadan bu kültürün içindesiniz…
-Anladım ve haklısınız.
Evet haklıydım. Ve yine de haklıyım… Sadece İslam değil, bütün dinler öyle veya böyle halkları etkiler. Bu etki olumlu da olur, olumsuz da… Olumlu yanları da olur, olumsuz yönlendirmeleri de…
İşte bunun için Maks Weber’in Batı sanayi devriminin ve kapitalist kalkınmasının temelinde Protestan-Prüten ahlakçılığının var olduğu ile ilgili tespitleri boş sözler değildir. Çalışıp kazanmayı sevap, israfı haram gören bir zihniyet elbette, üretime yöneltilen birikime, yol açar. Sadece bu mu, elbette başka birçok etkeni de göz ardı etmemek gerek...
Akio Morita, Türkçeye “Bir Japon Mucizesi” adıyla aktarılan kitabında, Japon mucizevi gelişmesinin temelinde Japon Milli Kültürünün olduğunu ifade eder. Japon Milli Kültürünün iki kavramı bu işin sırrıdır, der.
Yamota Damaşi (Japon ruhu) ve Mottaynay… Mottaynay şu: “Yaratanın insana verdiği bütün nimetler kutsaldır. Ve onların boşa harcanması, israfı büyük günahtır…” Tanıdık geldi mi?
İslam’da, israf haramdır; israf edenler şeytanın kardeşleridir, denilir ama İslamcı siyasetçilerin uygulamalarına bakarsanız onların bu İslam’dan haberdar olmadıklarını görürsünüz. Bilseler de galiba umurlarında değil…
Kanuni Sultan Süleyman devrine kadar egemen olan İslam’ın oluşturduğu kültürün yükseltici etkileriyle onun döneminde ortaya çıkan ve sonraları gittikçe karanlıklara gömülen Müslümanlığın çökertici etkilerini karşılaştırdığınız zaman demek istediğim daha iyi anlaşılır.
Fatihin kendisi de bilgindir; döneminin bütün bilgilerinde, bilgindi… Bilime ve bilginlere büyük değer verirdi. Gökbilimci Ali Kuşçu’yu İstanbul’da tutabilmek için ona büyük paralar söz verdiği bilinir.
Kurduğu yedi üniversiteye (Sahni Seman) felsefe, akıl bilimleri ve nakil bilimlerinin birlikte okutulması şartını getirmişti. Oğlu 2. Beyazıt babasının yolundaydı. Ama torunlarından itibaren her şey değişti.
Felsefe ve bilimden uzaklaşıldı. İslam nakilci ve aklı küçümseyen adamların elinde kaldı.
Katip Çelebi’yi iyi okursanız bütün bu gerçekleri yeniden hatırlarsınız. Evet, bizde köklü bir inkılaba ihtiyaç var.
İlahiyat Fakültelerinden, İmam Hatiplerden, Okullardaki din derslerinden, Diyanetten, Basın yayındaki din yayınlarından bugünkü çökertici, uyuşturucu, başkalarına köle haline getirici Müslümanlığı silip atmak ve yerine Fatih döneminin İslam’ını koymak…
Bu arada Fatih’in İstanbul’u aldığı zaman askerlerinin Bektaşi olduğunu ve kendisinin de Ayasofya’yı Camiye dönüştürdükten sonra ilk işinin Alevi-Haydari dervişlerine bir zaviye yaptırmak olduğunu hatırlayarak…
Evet, devlet için ve alemin düzeni için tehlike gördüğü bir başka tarikat mensuplarını yani Hurifileri ise öldürtmüştür. Bunu onaylamak elbette mümkün değildir. Ama burada söz konusu olan din özgürlüğüne karşı olmak değil, düzeni korumak çabasıdır.
Esasında “Fatih Dönemi İslam’ı” diyorum. Ama sözünü ettiğim Atatürk’ün de belirttiği gibi hayata aklın, bilimin, fennin yol göstericilik etmesidir.
Din, insanı Tanrıya yaklaştırmak ve bu yolla insanlar için yararlı işler yapmağa yönlendirmek için vardır. İnsan için ve insanlık için bilimden uzaklaşmaktan daha büyük kötülük ne olabilir. Dinin herhangi bir yorumu inançlılarını bilimden uzaklaştırıyorsa amacının dışına çıkmış demektir.
Bu Makale 1673971 Defa Okunmuştur